"Türkiye'nin yeni Amerikancılar'a ihtiyacı var mı?" başlıklı bir yazı kaleme alan Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Nedret Ersanel, bugünün Amerika'sının "bildiğimiz Amerika olmadığını" söyledi, "Biz daha çok 'demokratların Amerikası”nı bilir, severiz…" dedi. Batı'nın yaşadığı "Titanik sendromu"nu hatırlatan Ersanel, "Güvenilen geminin battığını, ardından gelen Trump'ın hepsinin üstüne tüy diktiğini" söyledi.

Meselenin Trump politikaları olmadığını ifade eden Ersanel, "Küreselcilerin yanlışlığı, dünyaya karşı vurdumduymazlığı" dedi.

Durumu Türkiye açısından özetleyen ve Ankara'nın izleyeceği politikaları değerlendiren Ersanel, "Türkiye 'kendi başına' bu geçiş sürecinde menfaatlerini koruyacak jeopolitik/stratejik donanıma ve avantajlara sahip oldu zaten. Yeni veya eski herhangi ABD/AB/Batıcıya ihtiyaç yoktur. Küresel bağlam da müsaittir. Çin-ABD-Rusya-AB dörtlüsünün cari rekabet panoraması bunu önümüze kadar getirdi. Doğru elle tutup-almak gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.

Trump şimdi de gözünü oraya dikti! Stok yapmaya başlıyorTrump şimdi de gözünü oraya dikti! Stok yapmaya başlıyor

Putin'in Trump'ın sağ koluyla görüşmesi 4 saatten fazla sürdüPutin'in Trump'ın sağ koluyla görüşmesi 4 saatten fazla sürdü

Sandalyeyi itiyor mu çekiyor mu?Sandalyeyi itiyor mu çekiyor mu?

Ersanel'in, "Türkiye’nin ‘yeni Amerikancılar’a ihtiyacı var mı?" başlıklı yazısı şöyle:

‘Yeni Batıcı’lar da diyebiliriz. Ama başta söyleyeyim; bu yazıyı, “şimdilik” kaydıyla, “hafta sonu eğlenceliği” diye kabul ediniz. Sonra “ciddileşirse”, bu yazılar da “ciddileşir”…

Hiç böyle bir derdimiz olabileceğini düşünmemiştim ve kimsenin de kestirebildiğini sanmam. Bir Amerika var bugün ama bu bildiğimiz Amerika değil. Biz daha çok “demokratların Amerikası”nı bilir, severiz…

O dönemin Cumhuriyetçi’leri de Beyaz Saray’a oturduklarında, en azından “devlet politikalarını” uygulamaya devam eder, bizzat Başkan’ın meşrebi de uygunsa, idare eder, giderdik…

Kaldı ki, büyük tecrübe Soğuk Savaş’tan geldiğinden, uzun yıllar böyle alıştık. 90’dan sonra zaten herkes sersemlediğinden bir 20 yıl da öyle gitti. Ardından “Araf”a geldik…

Artık herkesin dilinde sulandırılmaya başlanan “çok kutuplu dünya” ve/veya “yeni küresel düzen”, liberalizmin/küreselleşmenin canına okumaya başladığında, Batı’da önce kimse anlamadı, reddetti, sonra anlamazlıktan geldi, sonra öfkelendi, şimdi anlıyor, sonra da sindirmeye başlayacak…

Bizde öyle olmadı, aşamalara geçemeden ilkinde takılıp kalındı; “böyle bir şey hiç olmuyordu”. 90’lı yılların klasik AB ve Amerikancı ruhuna sahip olanların hepsi, Batı gözümüzün önünde bangır bangır payandalarından kopup savrulurken, yerli liberal ve küreselciler Titanik sendromu yaşıyordu; bu gemi asla batmazdı, dansa devamdı…

Sonra battı!

Ardından Trump geldi. Hepsinin üzerine tüy dikti ve ezikledi. Devam da ediyor…

Mesele Trump veya politikalarının doğruluğu ya da yanlışlığı değil. Küreselcilerin yanlışlığı, dünyaya karşı vurdumduymazlığı…

***

Ankara açısından durum daha basit; Trump dönemi politikaları Türkiye’nin çıkarları ile uyuşacak mı?..

Görünen ya da hissedilen diyelim, o ki; Türkiye-ABD/Trump-Erdoğan ilişkilerinde bir ılıman iklim hatta senkron var. Bugün biri çıkıp dese ki, “Türkiye ile ABD arasındaki temel anlaşmazlık noktaları nedir; bir, FETÖ, iki, PKK/YPG/SDG, üç, başta CAATSA yaptırımlar ve alış-veriş konuları…

Ve eklese; “E, bakın hepsi ilerliyor. FETÖ geberdi. Terör örgütü eritiliyor ve eğilim/beklenti sınır dışında da sıfırlanması. CAATSA’nın çözüleceği daha belirgin ve savunma sanayi, F-35, F-16 konularında da heyecan var. Üstüne, Netanyahu’nun son Beyaz Saray ziyaretinde yaşananları da gördünüz. Daha ne?”

Bunların hiçbirini olmuş-bitmiş kategorisine indirgeyemeyiz, santim santim takip gerekiyor. Hatta Washington yüzde yüz samimi olsa bile, arkasında bir şey varmış gibi yaklaşmamız refleks olmalı. Bu ülkeyle tecrübemizin, müktesebatın ürettiği şüphecilik benliğimize nakşedilmiştir.

Ama “görüntü” işte öyle…

***

Bu “kabaca” tarifler üzerinde çok tartışılabilir. Öte yandan, Türkiye’nin Batı ile -tazelenmiş değil- yeni ilişkilerini kurarken, 2015 ve 2016 yıllarından sonra hızla gelişen/yükselen, “Batı karşıtı duruşunu”, “Trump eğilimli” hale getirmesi beklenebilir. Peki, hayati “bağımsızlık arayışımıza” zerre halel getirmeden nasıl yapılabilir?

Bu “Amerikancılık mıdır”? Bildiğimiz “Batıcılık” mıdır? Başka bir tür Amerika ve Batı ortaya çıkıyor ise, klasik/yerleşik Batıcılığımız da “entelektüel” anlamda bir değişime uğramalı, uyum bunun üzerinden mi aranmalıdır?

Reel-politik kavrayış, ki kendisi de eski döneme aittir; Türkiye-Batı ilişkilerinde “çıkarımıza ne varsa toplayalım”dan hareketlenir ama dünyanın mevcut dönüşüm şartları ile uyum sağlaması imkânsızdır. Eski “Amerikancılık/Batıcılık”ın yapı malzemeleri bunu taşımaz. Donanımı, birikimi, alışkanlıkları ilk Karot testinde çakar…

Dünyada yaşanan depremdir ve köhne/arkaik ABD ve AB “iç unsurlarını” yeniden, Türk-ABD/AB yakınlaşma sürecinin içine dahil etmek büyük yanlış olur. Gereken sıfırlayarak, temize çekerek başlamaktır!

Onlar, Türkiye’nin Batı’ya teslim olması üzerine sabittirler, bundan da maddi-manevi menfaatleri vardı. Sosyal statülerini de bu gerçeklik üzerinden inşa ettiler, paralarını da buradan kazandılar…

Hülasa; Trump ve Avrupa’da yaşanan/yaşanacak gerçekliğe uyum sağlamak adına bu konularda eskiden miras, kişi, kurum, think-tank, medya, akademya, diplomat, asker unsurlarını oyuna dahil/davet etmeyi düşünürse Türkiye… Çok önceden fark ettiği ve buna göre kendini hazırladığı jeopolitik teper!

Çünkü, yoldan çıkmamış “Amerikancı ve AB’ci nadirdir”! Kötü niyet var yok başka bir şey ama doğasında yoktur. “Türkiye’nin geleceğini, çıkarlarını eski ABD/AB’cilerden geçerek kolaylaştırmaya çalışmak, esasında ‘eski Batı’nın hoşuna gitme aklıdır. Olmayana atıf hiçlikle malûldür.

Bodrum'da bir vatandaş 4 metre derinliğindeki beton büze düştü! Bodrum'da bir vatandaş 4 metre derinliğindeki beton büze düştü!

Dedik ya, “hafta sonu eğlenceliği kabul edin” diye, ciddi tarafı şudur; bu unsurlar esasen “milliyetçi-muhafazakâr” da değildir! Hiç de olmadılar. Türkiye’nin mevcut güç dengeleri içinde iktidara yakın durmak isteyenleri de öyledir. İç siyasette oyları da başka yeredir. Davet ettiğiniz masalarda, çalıştaylarda, şurada burada, “evet efendim, sepet efendim” derler ama bir metre dışarıda alay edip, aşağılarlar…

***

Cumhurbaşkanı; “Neoliberal ekonomik ve siyasal düzenin yerine daha korumacı bir yapının yükselmekte olduğunu görüyoruz. Ticaretten güvenliğe, savunmadan nüfus oranına çok geniş bir yelpazede yeni mücadele dönemine hazırlık yapılıyor. Uluslararası siyasetin neredeyse tüm aktörleri yeni arayışlara girdi. Büyük küçük demeden herkesi etkileyecek şiddetli bir kasırganın geldiğini söylemek, abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.”

Küresel bir kasırgayla savaşa bu unsurları mı asker yazacağız?

Türkiye “kendi başına” bu geçiş sürecinde menfaatlerini koruyacak jeopolitik/stratejik donanıma ve avantajlara sahip oldu zaten. Yeni veya eski herhangi ABD/AB/Batıcıya ihtiyaç yoktur. Küresel bağlam da müsaittir. Çin-ABD-Rusya-AB dörtlüsünün cari rekabet panoraması bunu önümüze kadar getirdi. Doğru elle tutup-almak gerekiyor…

Kaynak: RSS